Küre Yayınları’nın 2009’da yayımladığı “Türkiye’de/Türkçede FELSEFE üzerine konuşmalar” başlıklı kitapta yer alan dikkat çekici bir soru-cevâbı önemine binâen iktibas ediyoruz.

*

“Felsefileşmiş Medeniyet” makalenizden küçük bir bölüm okuyacağım, sonra da, bununla ilgili sorumu soracağım. Makalenin 36. sayfasında şöyle diyorsunuz: “İşte gerek Felsefe gerekse onun türevi yâhut uzantısı durumundaki bilim, 1900lerin başlarında tam edinildi edinilecekti ki, birtakım esrarengiz eller 1920lerden sonraki Türk nesilleriyle geçmişlerinin tamamı arasında geçit vermez duvar örüp onları tekmil tarihi müktesebatından yoksun kılmışlardır.” Aynı makalenin bir başka yerinde de şöyle diyorsunuz: “İşte mîlattan sonra 6. yüzyıla değin gerisin geri izleyebildiğimiz Türk yazı dilinde biçimlendiğini gördüğümüz bu bilgelik bir hikmet edebiyatı, en sonra Tanzimat’tan yani 19. yüzyılın ikinci yarısından îtibâren felsefe-bilime vücut verecekken 20. yüzyılın ilk çeyreğinde milli kültür mirasında ortaya çıkıvermiş olan korkunç, ani, şiddetli, derin, köklü, kesin kopuş, nihâyet biyoloji terminolojisiyle söylersek bir mutasyon, hayırlara vesile olabilecek sözünü ettiğimiz oluşumu akamete uğratmıştır.” Benim sorum şu: “Ramak kalmışken” zâten bu durumu çok güzel ifâde eden bir kavram. Olabilecek şey sâhici ve gerçek bir şeyse bu sayılan hususlarla iptal edilip ertelenebilir bir şey midir? Bunun karşısında olan düşünce de şunu söylüyor: Hayır, zâten yüzyıllardır bu çürüyen ve yok olan bir şeydi, yâni yoktu. Yokun yerine biz yeni bir şey yapmaya uğraştık. Bir anlamda sizin akamete uğrama dediğiniz şeyi bir başkası zorunlu bir yerine koyma hareketi diye bize sunabiliyor. O bakımdan burayı nasıl açıklarsınız?

TEOMAN DURALI:

Her şeyden önce 1920lerde girişilen işlemler ıslâh etmeye, düzeltmeye yönelik değildi, yâni bir reform değildi. Bir form var ve o forma yeniden biçim vermeye çalışıyorsan ona reform dersin. Buradaki amaç kökünü kazımak, yok etmek. Dolaysıyla amaç, yerine bir şeyi ikame etmek değil. Zaten bir şey yok etmenin tersi yenileme değil. Yenileme hep devam eden bir şeyin düzeltilmesidir. O hâlde 1920lerin öncesi kültüre A dersek, sonra gelen kültür A üstü eksi. Bu ‘A’nın yok edilmesi hâdisesidir. Bu benim öznel duygularımdan falan çıkardığım bir şey değil. Belgelerle, bütün olup bitenlerden bildiğimiz hâdise budur. Bu doğrudur, yanlıştır dâvâsında da değilim şu anda. Bana sorduğunuzun, tasvirci cevabını vermeye çalışıyorum. 1920ler öncesindeki kültürün zararlı olduğuna birtakım çevreler karar vermiş, bunun ortadan kaldırılmasına girişmişler.

Durum aynen “Bayburt Bayburt olalı böyle eziyet görmemiştir” meseline tekâbül ediyor. Bu bir hikâye değil, olmuş bir vaka. O dönemde bütün Anadolu’ya gidiyor bu tür sözde modernleştirici unsurlar. Tabiî burada müzik çok önemli. Çünkü klasik kültürümüz müzikle yoğrulmuş; müzik ile şiir iç içeydi. Bu geleneğe tamamıyla ters gelen, onunla hiç alakası olmayan bir geleneği sokuyorlar o dönemde. En zor alıştığımız hususlardan biri de bu müzik olayıdır. Bu yüzden de bütün çabalarına rağmen 80 yıllık Cumhuriyet hayatımızda adını sanı işitilmiş doğru düzgün bir müzisyen bestekâr çıkmamıştır. Çünkü böyle bir müzisyeni çıkartacak arka plan mevcut değil. Durum felsefede de aynen böyle. Dolayısıyla burada bir ıslah hareketi yok, bir yıkım var. Yıkılanın yerine yeni binâ kurduğunda bu binâyı ya buranın tamamıyla dışında bir modelden taklit eder ya da yine yerelin etkisiyle inşâ edersin. Buranın etkisiyle inşâ ettiğinin yeni binâ bir devrimdir. Tamamıyla dışarıdaki bir örneğe uygun inşâ ettiğinde devrim değil, o, salt bir taklittir. Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti Ortaçağ Hristiyan medeniyetinin doğal uzvî devâmı değil. Çünkü Ortaçağ Hristiyan medeniyeti, adı geçen dine dayanılarak oluşturulmuş, din esas alınmıştır. Yeniçağ Batı Avrupa medeniyetiyse, dîni dışarıda bırakmıştır. Bu târihte eşi görülmemiş bir hâdisedir: İlk defâ bir medeniyetin dîni mürâcaat noktası olarak almaması. Demek ki binayı yıkıp yeni bir binâ inşâ ediyor. Ama bu yeni binânın inşaat örneklerini burada ve kendisini etkilemiş daha önceki bir medeniyet tasarısında buluyor: Eskiçağ Ege medeniyeti. İşte bu durumda söz konusu olan bir devrimdir. Tamamıyla dışarıdaki bir örneği alıp buraya ikâme ediyor. Meselâ dîni tardederken dînin yerini tutacak bir yapıya bakıyor ki o yapı da felsefedir.

Konumuz dil olduğuna göre, dilde özleşme, sâdeleşme gibi bir şey yok aslında. Bütün bunlar kamuflajdır. Amaçlanan, dilin içinde geliştiği o medeniyet havzasının atılması, ona yabancılaşma hadisesdir. Çünkü dîni kavramlar dışında dindışı kavramlar da değiştirilmiştir. Sözgelişi kâtip niye sekreter oldu yâhut han niçin otel oldu. Bunların dinle bir alakası var mı yok. Dîne karşısıysak, hiç olmazsa bunlar kalsın. Sizlere iyi bir örnek vereyim. Dîne tümüyle karşı olan Sovyet sisteminde Azerbaycan, Özbek, Türkmen Türkçesi, Uygur Türkçeleri kendilerini geleneksel kavramlarından arıtmamışlardır. Resmen dîne karşı olan, din aleyhtarı olan bir rejimde bunlar bulunduğuna göre resmen dînin aleyhinde olmamana rağmen sende niye o yok. Burada çok açık bir taslak, bir tasarı var ve o tasarının gerçekleştirilmesi doğrultusunda hareket edilmiştir.

Yazar Hakkında

HAZIRKITA, bir odağa yaslanmaksızın ve verili politik-poetik angajmanlara dâhil olmaksızın konuşabilme ihtiyacına binaen 2017’de yayın hayatına başladı. Türk ve dünya edebiyatının seçkin ve özgün örneklerine yer verme, nitelikli kültür-sanat yayıncılığı yapma ve bağımsız bir tartışma platformu oluşturma ilkesiyle yayın hayatını sürdürüyor.

1 Yorum

  1. Pingback: Teoman Duralı: Yazının Değiştirilmesi Soykırımdır - HAZIRKITA

Yorum yaz