Hayat ne garip… Öylesine garip ki ben şu anda, daha önce yazmayı aklıma dahi getirmediğim bir konuya değineceğim. Yeri gelmişken, bu değinmek kelimesi çok artistik değil mi ya? Değinmek. Neyse, buraya takılmayalım. Müsait olduğumuz bir ara “değinme”ye de değiniriz. Neye değinecektim ben? Hah, hatırladım: Pedagoji. Babalık müessesesinin tembel bir talebesi olarak bu nevzuhur meseleye ilişkin müsaadenizle ben de bir iki kelam etmek isterim. Dilimize Fransızcadan, Fransızcaya da Eski Yunan’dan geçmiş “çocuk gütmek” anlamına gelen bir sözcük. Bilime saygımız sonsuz, sevgimiz de var. Pedagoji de ilimlerden bir ilimdir, ona da ihtiramımız var çok şükür. Benim sorunum onu bizim memleketteki algılayış biçimimizle. Yukarıda kullandığım nevzuhur kelimesi de bundan. Elbette pedagojinin yeni türemiş bir şey olduğunu düşünmüyorum ama bizim memlekete yeni geldi galiba. Öyle ki her çocuk sahibi pedagojiyle yatıp kalkıyor. Biz anne babalar hal ve hareketlerimizi bu kutsal pedagojik doğruların süzgecinden geçirmeden nerdeyse adım atamıyoruz. Ben de öyle miyim diye soruyorum bazen kendime, içimden bir ses “yok lan sen öyle değilsin” diye fısıldasa da çok geçmeden o fısıltının bir vehim olduğuna ikna oluyorum. Yani ezcümle sanırım ben de o ‘doğru’ yola doğru gidiyorum. Anne olmak hiç bilemeyeceğim bir şey ama dışarıdan göründüğü kadarıyla bir insanın hayatın en içine girmesi için eline verilmiş en elverişli bilet herhalde. Yaşamak denen duyguyu en güzel yerinden izleyebileceğin bir koltuk. Baba olmaya gelince… 7 yıldır bu mesleğin içindeyim, hala ne iş yaptığımı tam olarak anlayamadım. Bana öyle geliyor ki anneliğin iş tanımı oldukça iyi ama babalığınki öyle değil. Bir baba tam olarak ne yapar, ne işe yarar daha tam olarak çözemedim. Bu noktada eve ekmek getirmek, rızk teminine vazifeli “büro elemanı” kısmı biraz net, orayla şimdilik idare ediyorum. Bir kadının evi ve evliliği için yaptığı her şeyi bir erkek de pekâlâ yapabilir. Ama gel gör ki bir annenin yaptıklarını, yapabildiklerini bir babanın yapması çok zor. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” diye tutturanların hiç anlamak istemedikleri kısım bu herhalde. Konumuz toplumsal cinsiyet eşitliği değil. Konumuz pedagoji. Bir türlü girmediğim konuya aşağıda yeni bir paragraf açmak suretiyle artık girmek istiyorum.

Çocuklarımıza güzeli değil doğruyu göstermek istiyoruz. Çünkü pedagojiden anladığımız bu. Oysa doğru diye bir şey yoktur, doğru belki de sadece güzelliğe nispetle ortaya çıkan bir nüvedir. Doğrulara boğuyoruz onları, o küçücük omuzlarına eşek yüküyle doğru yüklüyoruz. Yüklediğimiz her doğruyla birlikte yanlışı da yüklenmiş oluyorlar haliyle. Oysa güzellik öyle mi? Karşıtı yoktur güzelin, güzelliğin. Yük olmaz o yüzden. Çirkin diyecek olanları duyuyorum, öyle demeyin.

Güzelliğe çalışmalıyız.  Doğrular bir şekilde doğrulur, doğurulur o gayretin peşi sıra. Öğütler, nasihatler, ödüller, cezalar, doğrular, yanlışlar… Çocukları bu kargaşadan güzellikle çekip çıkarmalıyız. Kızıma soruyorum, dünyada en önemli şey nedir diye? Sevgi diyor. Gel gör ki bunu bir doğru olarak bellediği için, bir kalıp sabunu masaya koyar gibi söylüyor. Bu onda bir bilgi olarak var, bir duygu olarak var mı? Elbette var ama bilgisi duygusundan baskın. Çünkü otomatik olarak öyle olması gerektiğini düşünüyor.

Sanırım pedagoji ile ilgili söyleyeceklerim, söylemek istediklerim bu kadar. Gördüğünüz gibi öyle aman aman şeyler değil. Hepinize başarılar. Ayrıca başarı kelimesini lügatlerden def etmek istiyorum.

*

Bütün pedagoglara, sosyologlara, psikologlara, psikopatlara, pisboğazlara, öykücülere, öğretmenlere, bölük komutanlarına, itfaiyecilere,  veterinerlere, uzman yardımcılarına açık çağrı: Sezai Karakoç’tan “Ağustos Böceği Bir Meşaledir” şiirini okur musunuz lütfen.

*

Olağanüstü mısralarda bugün:

Nerden başlasam yine oraya geliyorum. Ben gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye, çalışacağım.

İlhan Berk

| metin için kullanılan resim Robert Delaunay’a aittir

Yazar Hakkında

Şair. İlk kitabı Uzun Hava, 2012'de yayımlandı.

Yorum yaz