Geçmiş nedir? Yaşanmışlık. Yaşanmışlığı olmayan bir geçmiş de söz konusu olamaz. İnsan varsa zamanla (geçmişle) vardır. Zaman insana ihtiyaç duymadan ilerleyebilir ama onu değerli kılan bize şimdiyi, geleceği sunması ve geçmişin var olduğunu, geldiği nokta itibariyle göstermesidir. Geçmiş; anlamlandırılabilir, yorumlanabilir fakat tekrar üretilemez. Yorum, bilinenin taklidi olsa gerek. Yorum (taklit), üretime dönüştüğünde (nesne biçiminde), çoğu zaman bir süs olarak ortaya konur ve bize nesnenin ilk idealini vermez. Üretilen, eskisinin de sıfatını yüklenerek onun gibi nostalji olarak da adlandırılabilir.

Peki, eski, nesne olmaktan çıkıp sanatsal bir üretime dönüştüğünde, eskinin tarihini mi mimler yoksa kendi tarihini mi? Yani eskinin aynısı mı yoksa varyasyonu, benzeri ve simülasyonu mudur? İkisi arasındaki zaman erimiş midir yoksa ikisi de kendi yön ve vektörel zamanlarını korumakta mıdır?

Sinema, İkinci Dünya Savaşı üzerine ne kadar sahne ortaya koyarsa koysun, yaşananları olsa olsa katharsisle karşılaşırız (İzlenenin ders almaya götüreceğini hiç sanmam). Bu, sinemanın (dolayısıyla da sanatın) var oluş sebebini de açıklar. Sanat bir sorumlulukla gezmez insanlar arasında, kendini var edenleri (toplumu) yoklar ve onlarla zihinsel anlamda düşünceye -transa- geçer. Bu bağlamda sinema, ürettiğinin içeriğiyle o içeriğin zamanına yaklaştığını ve onu tekrar getirdiğini iddia edemez. Zaten böyle bir amacı da yoktur sinemanın.

Müzikse zihnin çürümeyen tarafı. Üretilen eski, eskinin kendisi olabilir. Buna sebep müziğin her şeyden önce söze dayanıyor olması ve yeni konuşmaya başlayan bir bebeğin nasıl ki konuşmasını biz yadırgamayız ve onu olduğu gibi kabul ederiz, müzik de (icra edilen eski de olsa) icra edeni ve icra edileni ikincil bir durumda konumlandırmaz. Eski tını, olduğu gibi aktarılabilir ve biz bunun eski olduğunu biliriz. İcracı, eskiden üretilmişi yeni enstrümanlarla zenginleştirip yorumlasa da biz onu bir taklit yerine bir bebek konuşması sayabiliriz. Müziğin bu durumu, bize bir taklitten ziyade bebeğin konuşması gibi kabul edilebilir özellikleri olan ve doğal sayılan bir ortaya çıkış olarak görünür. Ama sadece müzikte.

Şimdilerde Anadolu rock yeniden kıymete bindi. Bir çeşit klonlama. Bu kıymet, şimdiki üretilen müzikle alıcının arasındaki nahoşluğu da ortaya koyuyor. Kıymet şunu da ortaya koymuş olabilir: Çağımızda her üretilen müzik, icracısının yeteneği kadar ayakta kalabiliyor ve icracı kendisinin de ayakta kalabilmesi için tüketilen metanın yerine başka bir meta koyma zorunluluğunu hep ensesinde hissediyor. Her icracının bu şekilde müzik üretmesi (!) alıcıları, öncekinin tüketilmesine götürüyor. Fast-food bir müzik. Bu döngü, ister istemez sığlığı da beraberinde getiriyor. Bir süre sonra tüketilmek üzere üretilen, değerden yoksunlaşmış şekilde, ağızdan çıkan bir söz hüviyetine dönüşüyor. Tam da burada sözün değerini ortaya koyan ve üretim-tüketim şemasına yerleştirilemeyen (ki bu zamanda bundan söz edilebilir mi…) eskiler, icracılarına gerek duymadan tekillikten çıkıp geniş kitlelerin beğenisi haline gelebiliyor.

Anadolu rock eserleri şimdilerde, icracılarından azade olarak ve geniş kitlelerin biraz da açgözlülüğüyle hem revaçta hem de yeni üretilenin karşısına rakip olarak çıkacak gibi görünüyor. Dönüşün sebebini tahlilden yoksunum ama şunu söyleyebilirim ki; aynılığın sıkıcılığı, üretilir üretilmez tüketim alanına giren bugünkü  müziklerin icracılarının maharetleriyle ayakta kalması ve icracı ortadan kalktığında yok olması, icracılarına gerek duymayan ve elmas gibi parlayan müzikleri tekrar gün ışığına çıkarıyor. Tabii bu dönüşte sözlerin, folklorik değerleri mimleyip, onları hep muhafaza ediyor olması da vardır.

Sözgelimi Köroğlu Dağları türküsü, “Altın Gün” tarafından yorumlanmış ve söyleyişleri, bugünkü enstrümanların çeşitliğiyle eskiyi aratmayacak güzellikte. Türkünün tınısı bir yana, folklorik ögelerin anlaşılabilirliği (ortak kültür argümanları) ve bir kültüre dayanması onu taklitten uzaklaştırıp eskisiyle aynılığa getiriyor.

Müzikte aradığımız nedir? Hoşumuza gittiği için mi seviyoruz eskiden üretilmiş bir müziği? Ya da müziğin zamanla daha da iyi olmayacağını ve eskinin de her zaman yeni müzik karşısına bir rakip, bir tercih olarak çıkacağını mı duyumsuyoruz? Sorular çoğaltılabilir. Ben, işin içinde, ziyadesiyle folklorik özellikleri ve hala anlaşılabilir olmayı içerdiğinden Anadolu rock diye sınıflandırılan ürünlerin revaçta olduğunu, olacağını düşünüyorum. Tabii, bu revaçta olma, yeni müziğe ne söyleyecek ya da onun tahtını sallayıp onun yerini alabilecek mi (bir süre de olsa), bakıp göreceğiz.

Bu görmede, yeğlenenin de ne olduğunu belirlemiş olacağız (tabii dinlemeler ve üretim -yeniden üretim- yarın da başka bir alana kayabilir ama söz konusu durum, şu anda bugünkü müzikten kaçışın olduğudur.). Ben, folklorik özelliklerin daha ağır bastığı Anadolu rockın gün geçtikçe daha da yeğleneceğini düşünüyorum.

Not: Köroğlu Dağları adlı türkü, sosyal medyadan Altın Gün’ün yorumuyla, diğer türkülerle birlikte grubun  Paléo Festivali’nde (Nyon) sergilediği performanstan dinlenebilir.


* Hollandalı bir grup. Grubun üyelerinde Türkler de var ve “Anadolu rock” diye sınıflandırılan türküleri ayrı bir naiflikle yorumluyorlar.

Yazar Hakkında

Yorum yaz