İtibar dergisinin 71. sayısındaki(Ağustos) Mustafa Çiftçi röportajı birçok açıdan önem taşıyor.

Ercan Yıldırım ve Dilek Yıldırım’ın sorularına verdiği cevaplar, üslûp ve biçim tartışmalarından merkez-taşra ilişkilerine, edebiyatçıların toplumsal konumundan hikâyenin inceliklerine kadar geniş bir yelpâzede seyrederek dikkate değer bir Mustafa Çiftçi portresi ortaya çıkarıyor.

*

Çiftçi gereğinden fazla mesaj verme kaygısının hikâyeyi öldürdüğünü, mesaj vermeden yazma çabasının da sabun köpüğü şeyler ortaya çıkardığını düşünüyor.

Çiçeğin açmasını iyi anlatırsan, onu yaradanı da iyi anlatmış oluyorsun. Ben çiçeği anlatayım diye yazmak gayretindeyim. Umulur ki çiçeği gören onu var edeni de görür. Ama çiçeği gözün içine içine sokmak olmaz. Çiçeği bulutlu cümlelerin arkasına saklamak da olmaz.

*

Çiftçi biçim tartışmalarına “damak tadı” kriteri getiren bir yaklaşıma sahip. “Anlatma için en uygun metot becerebildiğin metottur” diyen Çiftçi “lezzet almadığım hikâyeyi okumam” diyor. Devâmında söyledikleri de bu bağlamda oldukça önemli sözler:

Lezzet almaktan kastım da hiç profesyonel bir tavır olmadan, sadece beni alıp götüren, ağzımda şeker tadı bırakan hikâyeyi okumaktır. Bazıları diyor ki efendim zor da olsa canın istemese de okumalısın. Takip etmelisin. Çok açık konuşayım. Zorla yaptığım tek şey var; işim, yani geçinmek için her sabah işe gitmek. Hiç kimse kusura bakmasın. Ömür kısa. Ben öyle her hikâyeye göz nuru dökemem. Seçerim. Seçme kriterim de damak tadımdır.

*

Çiftçi, röportajda merkez-taşra üzerinden yapılan okumaların geçerliliğini sorguluyor. Taşrayı kimsenin üzerine almadığını, bu durumun gerçekleri karşılamadığını vurguluyor ve ekliyor: “Artık İstanbul’un kendisi de taşra.

*

Bir Kesit:

Hikâyelerinde baba figürü güçlü, babalar da biraz sorunlu açıkçası, anneler hep şartlara tahammül eden, arkayı toplayan olarak anlatılıyor. Babalar niye böyle?

İmkân olsa da bunu babalar anlatsa bize neden böyleler? Neden anlaşılması zor olmak, sırrını ifşâ etmemek, paylaşarak değil kırıp dökerek yol almak zorundalar? Benim aklıma gelen cevap tembelliktir. Para kazanmak dışındaki işlerde tembeller. Özen göstermek, ince görmek, daha neşeli olmak, daha mâkul bir adam olmak konusunda bir gıdımcık gayretleri yok. Ve bu tembelliklerine mazeret olarak da hayat şartlarının zorluğunu gösteriyorlar. İyi de hayat herkese zor. Kolay hayat kaldı mı? Var mıydı? Ama erkekler kendilerini mâkul bir renge boyamada çok mahirler. Herhangi birini eleştirsen hemen cevapları vardır. Yani zor ki zor bir durum…

*

Mustafa Çiftçi, büyük laflar etmesi, çözümlemeler yapması, anlattığı hikayeyle bir yerlere işâret etmesi, birilerine kinâye yapması beklenen yaygın “okuyan-yazan adam” anlayışını sorunlu bulduğunu ifâde ediyor.

Ayrıca, hikâyenin çatışmadan doğduğu fikrini kabul edebileceğini ama bu çatışmanın mutlak iyi ile mutlak kötü arasında olmadığının altını çiziyor. Çatışmanın kişinin nur tarafı ile çamur tarafı arasında olduğunu belirtiyor. Çiftçi’ye göre büyük cihat, büyük çatışma bu sahadadır.

Ve ek olarak bela-imtihan-sabır üçgenindedir. Kişi isterse buradan çok iş çıkar. Ama kişi batılı anlamda çelişki arıyorsa o başka tabi…

*

Nihilizmin kapısına bırakılan hikâyelerin sorunlarına dikkat çeken Çiftçi; ağlamanın, sızlanmanın, yakınmanın kendi başına “bir şey söyleyememe hâli” olduğunu vurguluyor.

Röportaj Mustafa Çiftçi’nin “dünyayı ahlâk kurtaracak” sözüyle noktalanıyor.

Haber: Hasan Hüseyin Çağıran

Yazar Hakkında

HAZIRKITA, bir odağa yaslanmaksızın ve verili politik-poetik angajmanlara dâhil olmaksızın konuşabilme ihtiyacına binaen 2017’de yayın hayatına başladı. Türk ve dünya edebiyatının seçkin ve özgün örneklerine yer verme, nitelikli kültür-sanat yayıncılığı yapma ve bağımsız bir tartışma platformu oluşturma ilkesiyle yayın hayatını sürdürüyor.

Yorum yaz