Bedri Gencer, İslâm’da Modernleşme kitabının dördüncü baskısına yazdığı önsözde dil meselesine ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor.
Önemine binâen, önsözün ilgili bölümünü iktibas ediyoruz.
Türk fikir ve ilim camiası, maalesef dil meselesinin önemini halen kavrayabilmiş değil. Dil, varlık ile zihin(düşünce) arasında köprüdür; dil, a’yânda şeyler arsındaki dokuyu yansıtabildiği nispette zihnin düşünce kapasitesi genişler. Bir lafzın(kelime) bir şeyin (varlığın) mânâsına delaletiyle kâinattaki şeylerin dokusu ile onu ifade eden lafızların ve mânâların dokusuna karşlık olarak birbirinden türeyen lafızlar ile mânâlar arasındaki münasebet, etimoloji/semantik münasebeti olarak bilinir. Mesela Türkçe ve Arapçada “(tin) din-lehmek=ruh/istirahat” kelimeleri arasındaki etimolojik irtibat, şeyler ile mânâların dokuları arasındaki münasebeti gösterir.
Bütün dillerde görülebilecek bu hususiyet, belki de en bariz Arapçada görülür. Mesela yakınlara kadar Türkçede de kullanılan, “cemaat, cemiyet, câmi, câmia, içtimaî” kelimelerinin hepsi cem’ kökünden türemiş olarak semantik bir doku oluştururlar. Câmi, müminlerin huzurunda toplanarak cemaat olduğu, ibadet ettiği Allah’ın evi, câmia, öğrendiği üniversite demektir. Câmi ile câmia arasındaki bu etimolojik münasebet Eflatund’da olduğu gibi, zikr ile ilim arasındaki münasebeti, ilmin nihai olarak Allah’ın hatırlanmasından, üniversitenin mescitten kaynaklandığını gösterir. Osmanlı’da olduğu gibi şehrin birimi mahalle, bir câminin etrafında kurulur; mahalle halkı, aslında câmi cemaatidir. Ancak siz cemaat yerine topluluk dediğinizde câmiyi ve dolasıyla aslında câmi cemaatinden oluşan mahallenin baskısını da anlamazsınız. Aynı cem’ kökünden türeyen içtimaî yerine sosyal veya toplumsa dediğinizde birbirine bağlı bütün bu etimolojik ve semantik dokuyla birlikte dünyagörüşünü parçalamış olursunuz.
Düşünce bir dünyagörüşüne dayanarak işler, dünyagörüşü ise “içtimaî, cemaat, cemiyet, câmi, câmia” kelimelerinin irtibatında görüldüğü gibi terminolojik bir dokuyla formüle edilir. Dolayısıyla içtimaî yerine sosyal=toplumsal dendiğinde kelimeler arasındaki etimolojik bağla birlikte semantik bağ da kopar ve düşüncenin işleyeceği dünyagörüşünün vücut bulduğu terminolojik doku parçalanır. İşte bu yüzden üzerinde oynana bir asırlık ideolojik oyunlar sonucunda dilimiz, Türkçemiz, varlığın dokusunu yansıtacak kelimeleri kayb ettiği için düşünce üretemiyoruz. Dilde asalet, düşüncede asalet demektir; “yanıt, olanak, olasılık” gibi köksüz kelimelerle düşünce üretilemez. Dilin ölümü düşüncenin, bu da milletin ölümü demektir. Bu felaket karşısında aslımıza dönmekten başka çare yoktur.
Hatırlatan: Hasan Hüseyin Çağıran