Trump’ın Bir Yılı SETA Yayınları arasından 2018’in ilk kitabı olarak yılın ilk günlerinde yayımlandı.
Kılıç Buğra Kanat, Serra Diptaş, Jackson Hannon, Lesley K. Dudden’in imzalarını taşıyan kitap altı bölümden oluşuyor. İlk bölüm Trump’ın başkanlığa geçiş döneminin ve başkanlık koltuğuna oturmasından îtibâren yaptığı atamalar konusunda yaşadığı problemlerin sunumunu yapıyor. Trump, seçim kampanyasını yürütürken fitilini ateşlediği tartışmaların çok daha fazlasına başkanlık koltuğunda oturacağının kesinleşmesinden sonraki yapıp etmeleriyle de yol açtı. Geçiş dönemindeki tartışmaların içerik îtibâriyle Trump yönetiminin bugüne kadar karşılaştığı ve önümüzdeki dönem içerisinde de yüzleşme ihtimâli bulunan sorunların neler olabileceğine ışık tuttuğunu görüyoruz. Bu bölümde verilen bir istatistik dikkate değer: 29 Eylül 2017 îtibâriyle hükûmette belirlenmesi gereken 601 üst düzey kilit pozisyonun sadece 129’u resmî olarak onaylanmış ve göreve başlamış. Obama döneminde, aynı zaman dilimi içerisinde, 334 pozisyonun onaylandığını 133’ünün ise resmi atamasının gerçekleştiğini öğreniyoruz.
Trump’ın aile fertleri oldukça ilginç… Oğulları, kızı, damadı ekonomide ve siyâsette uluslararası bir etkileşim ağına sâhipler. Beyaz Saray yolculuğunda etkin bir şekilde Trump’ın yanında yer aldılar. Aynı şekilde ideologlar kategorisi içerisinde değerlendirilebilecek isimlerin de Trump’ın başkanlığa uzanan yolu “başarıyla” yürümesindeki katkıları önemli. Bu bölümdeki değerlendirmelerden söz konusu isimlerin “Trump vizyonu”nun tâyininde oldukça etkili olduğunu anlayabiliyoruz. Tabi ki bu “etki” Trump’ın çok tartışma yaratan açıklama ve icrâatlarının sebebi olarak değerlendirilerek hedefe oturtulmasına da neden olan bir etki. Üçüncü grup olarak mercek altına alınan “profesyonel ekip” kritik öneme sâhip. İlerleyen süreçte “gruplar arasında kavga” olarak değerlendirilebilecek aralıkta öne çıkan ve daha belirleyici olan isimlerin bu üçüncü grupta yer aldığını görüyoruz. Devlet tecrübesi olan (bürokrat, eski asker vs.) ya da deneyimli iş adamlarından oluşan bu ekibin Trump’ın söylemlerini boşa çıkarırcasına ABD’nin geleneksel politikalarına yakın kararlar aldığına dikkat çekiliyor. Bana kalırsa kitabın eksenini dikkat çekilen bu ayrışma oluşturuyor. Çünkü Trump’ın geleneksel ABD politikalarından ne kadar farklılaşabileceğinin sınırlarına işâret ediyor. Bu sınırlar, dış politikaya ayrılan üçüncü bölümü anlamak için de önemli. Dış politikada Kuzey Kore krizi, İran, Çin ve Körfez’le ilişkiler, Suriye meselesi ve uluslararası organizasyon ve anlaşmalara dâir gelişmeler ayrı ayrı inceleniyor. Bir mesele olarak Rusya dördüncü bölüm, yâni “iç politika” başlığı altında ele alınmış. Trump’ın seçimleri kazanmasındaki “Rusya etkisi” iddiaları ve sonrasında yaşanan bazı gelişmelerin hem seyri veriliyor hem de meselenin nereye uzanabileceğine dâir sorgulamalar gerçekleştiriliyor. Yine bu bölümde Trump’ın Kongre ve aşırı sağcı gruplarla ilişkisi ve ekonomik bilanço tartışılıyor.
Beşinci bölümde, Rusya soruşturmasının kitabın yayım târihine kadar olan süre içerisinde aldığı boyut ele alınıyor. Sonra Trump yönetimindeki değişimler “Yönetimdeki Sürkülasyon” başlığı altında okumaya tâbi tutuluyor. Kongre ve vergi yasası da ele alınan konular arasında. Belki de Trump döneminin en önemli konu başlığını oluşturan Kudüs meselesine kısaca değiniliyor. Aynı şekilde, açıklanan ulusal güvenlik stratejisi içerdiği konu başlıkları üzerinden tahlil ediliyor.
Altıncı ve aynı zamanda kitabın son bölümünü teşkil eden “Sonuç”ta yukarıda işâret ettiğimiz bütün konu başlıklarının genel bir değerlendirmesi yapılıyor ve birtakım öngörülerde bulunuluyor.
Ne Ölüm Ne Sıtma
Trump’ın başkanlığa uzanan yolun başında hangi iddiaları dile getirdiğini ve bugün o iddiaların ne kadarını gerçekleştirerek yürüyüşünü devam ettirdiğini sıhhatle muhâsebe edebilmemiz için bize önemli bilgiler vermesi bakımından kitabı dikkate değer buldum. Elbette siyâsi gelişmeleri sıcağı sıcağına yorumlamanın ve bunlar üzerinden öngörülerde bulunmanın birtakım sakıncaları vardır. Bu sakıncalar bâzen bizâtihi mevcuttaki gelişmelerin belirli sonuçlar çıkarılması için kurgulanmış olması nedeniyle bâzen de yorumcuların söz sarf ettikleri politik konum îtibârıyle kendini gösterir. Dolayısıyla “erken” okumalara kulak verirken çok daha dikkatli olmakta yarar görüyorum. Fakat başkanlığının hemen her durağının ayrı bir tartışma konusu olması nedeniyle Trump’ın erken okuma yapmaya zorlayan bir siyâset tarzı var.
Trump ve Clinton’un karşı karşıya geldiği dönemde birilerinin ölümü gösterip bizi sıtmaya râzı etmeye çalıştığını düşünüyordum. Çünkü Clinton dünü ve bugünüyle tam bir “müesses nizam” temsilcisi gibi görünüyordu. Siyâset dili, tercihleri geleneksel Amerikan politikasını tahkim etme yönünde görünürlük kazanıyordu. Kezâ ülkemizde varını yoğunu Türkiye’nin “Batı’nın değerlerine” bigâne kalmamasına adayan kalemler -ne hikmetse- bizlere bir taraftan Trump’ın Müslümanların yaşadığı coğrafyaya büyük yıkım getirebileceğini diğer taraftan da Clinton’ın mâkul bir dış politika izleyeceğini anlatıp durdular. Trump’ın “seyahat yasağı” vb. söylemlerini de –daha sonra karara dönüştü– parmakla gösterip “işte Trump’ınız” söylemleri çekmekten de geri durmadılar. Doğal olarak o günkü atmosfer içerisinde dünyanın Clinton’a hazırlandığını düşünüyordum. Beklentimin aksine Trump’ın seçilmesini –ki bunu içte içe de istiyordum– iki sebeple olumlu karşıladım. Birincisi Trump’ın Amerika’nın yerleşik siyâsi yapısında bir “yarılma” meydana getirebileceğini düşündüm. İkincisi sessiz ve derinden aleyhimize işleyen politikalara daha doğrudan ve patavatsızca talan politikası izlenilmesini tercih ediyorum. Çünkü gerek Türkiye’nin gerekse târihi ve kültürel havzamızın “sessiz” ortamda düşünmeyi sürdürebilecek bir ufku henüz yok. “Biz” sessizlikte uyumayı tercih ediyoruz.
*
Bugün îtibâriyle görünürdeki tablo Trump’ın basbayağı terbiye edildiği yönünde. Yâni bırakın “yarılma”yı, Trump geleneksel Amerikan siyâsetinde esaslı bir dönüşümün kapısını biraz olsun aralayabilecek bir noktada dahi görünmüyor. Trump’ın böyle bir niyeti var mı, onu da bilemiyoruz.
Trump siyâsetin kimyâsını bozmasına bozuyor ama mevcut tablo daha çok Amerikan devletinin yeni bir zihin egzersizi gibi duruyor. Pentagon, CIA ve diğer aktörlerin de içinde olduğu bir kedi-fare oyunu yürürlükte. Ülkeler bu aktörlerin farklılaşan söylemlerinden hangisine itibar ediyorsa ona göre tasnif ediliyor olmalı. Türkiye bugüne kadar “Obama döneminden kalan bürokratlar”a, Pentagon’a vd. aktörlere yönelttiği sert söylemleri Trump’a yöneltmemeyi tercih etti. İşte kitapta da bir noktada bu doğrultuda bir “kolu kanadı kırılan Trump” profili karşımıza çıkıyor. Bu profilin neyi îmâ ettiğini anlamak için “Trump’ın bir yılı”ndan fazlasına dikkat kesilmemiz şart.
Kitap, târihi bir derinlik içerisinde ABD siyâsetinin mecrâsına işâret edebilen ve Trump durağının gerek ABD gerek Türkiye ve dünya için ne anlam ifade ettiğine dâir düşünce eskizleri içermiyor. Fakat bir “erken muhasebe” imkânı sunması bakımından dikkate değer olduğu söylenebilir.