Cesare Pavese 1941-1942 kışında günlüğüne şu notu düşmüş: “Sorun zamanımızda bir kültür temsilcisinin bir din adamından, bir sanatçıdan, bir bilginden, bir düşünürden daha az dinlenir olması değildir. Sorun, şimdilerde yığınların yalnız propaganda ile yaşamalarıdır.”

*

Propaganda dönüştürücü bir işleve sahiptir. Bir gerçek, bir ahlaki önerme, bir durum propagandanın bağlamında girdiğinde artık “olduğu şey” olmaktan çıkar. Bu, özel bir tahrif niyeti olmaksızın böyledir ve tarih, “propaganda ile yaşama”nın, yığınlar için, doğal durum olduğunu düşündürebilecek sayfalarla doludur. Güncel politik angajmanlardan herhangi birine giren kişi için propaganda düşüncenin yerini almaya başlamıştır.

“Yığınlar” dedim. Yani Orwell’ın 1984’teki ifadesiyle çalışmayı, üremeyi sürdürdükleri sürece, başka ne yaptıklarının –devletlü nazarında– bir önemi olmayanlar. Kendi başlarına bırakıldıklarında, Arjantin ovalarına salıverilmiş sığırlar gibi, doğal buldukları bir yaşam biçimine geri dönenler,  bir anlamda atalarının yolundan gidenler… Doğup, sokaklarda büyüyüp, erken yaşlarda çalışmaya başlayıp, güzelleşip cinsel isteklerinin uyandığı kısa bir gelişme çağının ardından yirmisinde evlenip, otuzunda orta yaşlı insanlar olan ve altmışına geldiklerinde de ölüp gidenler… Sözlerini şöyle tamamlıyor Orwell: “Ağır koşullarda çalışmaktan, boğaz kavgasından, komşularla didişmekten, sinema, futbol, bira ve en önemlisi de kumar yüzünden kafalarını çalıştırmaya fırsat bulamıyorlardı. Onları denetim altında tutmak hiç de zor değildi.”

Propaganda devletler için tam da bu denetim altında tutma işlevini yerine getiriyor. Postmodern politik literatürü “denetim altında tutma” işini daha rafine kılma, buna uygun bir zihni hazırlama girişimleri olarak okumamız mümkündür. Hani Malik bin Nebi’nin “içsel sömürgecilik” (colonisabilité, el-kâbiliyye li’l-isti’mâr, sömürülebilirlik) dediği husus vardır ya, İslam dünyasının temel problemlerinden biri olarak gördüğü “sömürgeleştirilmeye müsait olma durumunu” ifade eder. Propaganda bahsini bu meselenin bir alt başlığı olarak görebiliriz. Bu bahiste sorun, sadece Müslümanların sorunu değil ama en çok onları, bizi ilgilendirdiğini düşünüyorum.

*

Müslümanlar zihinlerini propagandaya müsait hale getirmenin ötesinde, ilişkilerini, eserlerini, bedenlerini bilfiil “propaganda aracı”na dönüştürmekten sakınmıyorlar. Taraf olarak hiçbir hükme sahip olamadıkları kurgularda “yığın” olarak araçsallaştırılmakta hiçbir beis görmeme hali… Mevcuda baktığımızda teklif içeren düşüncelerle irtibatımızın her geçen gün kesildiğini söyleyebiliriz. Kutsala bakışta propaganda değeri, geleneksel İslamî ilişki biçimlerini değerlendirmede propagandaya elverişlilik belirleyicilik vasfı kazanıyor. Bu “belirleme” tarihi bütün bileşenleriyle yeniden kurguluyor. Dine bakışta milliyetçi, devletçi karakteri aslî bir mertebeye yükseltiyor. Haliyle din, milliyetçi devletçi karakterin talepleriyle yeniden belirleniyor.

Sorun şimdilerde bu.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

Yorum yaz